ARİF ZİYA TUNÇ ve Sanatı
Sanatçılar, sanatsal yaratılarında ifade aracı olarak, kendilerine en uygun buldukları teknikleri kullanmayı tercih ederler. Teknik tercihleri ne olursa olsun, bir sanat eserinin taşıması gereken plastik ve estetik unsurlar (biçim) ile içerik, o eserin sanatsal değerini belirler. Resim ve heykelde olduğu gibi, kuşkusuz baskıresim sanatında da bu durum geçerlidir. Arif Ziya Tunç’un tercihi de baskıresimden yanadır.
Tunç, baskıresimle ilk kez lise yıllarında tanıştı. Sanat öğretmeninden bu sanatı öğrenerek başladığı yolculuk, üniversite yıllarında Türkiye’nin önde gelen baskıresim sanatçılarından Mürşide İçmeli’nin öğrencisi olmasıyla derinleşti. Bu, onun için büyük bir fırsattı. İçmeli’nin tarzı ve leke yaklaşımı Tunç’u derinden etkiledi.
Ankara’da üniversite eğitimi almanın avantajlarından biri de çok sayıda sergi salonuna erişim olanağıydı. Bu sergiler, yaratıcılık, görsel düşünme ve üslup anlayışının gelişmesine önemli katkılar sağladı. Özellikle yurt dışından gelen sergiler onun için adeta bir okul ve görsel bir hazineydi. Öğrenciliği boyunca çağdaş Alman, İngiliz, Fransız ve Belçikalı sanatçıların baskıresimlerin dikkatle gözlemledi. Alman Soyut Ekspresyonizmi, Bauhaus ve Yeni Tipografik Stil gibi hareketler, sanat anlayışının şekillenmesinde belirleyici oldu.
Gazi Eğitim Enstitüsü’nde aldığı sanat eğitimi süresince çok sayıda baskı üretti. Neredeyse atölyede çalışırken dinleniyordu. “Sabaha kadar çalışıp, geç yattığı için, çoğu kez ilk derse geç kalır ama Mürşide Hoca duvarda kurumaları için asılan baskıları görünce durumu anlar ve hoş görüyle karşılardı” anekdotu, onun bu sanat dalına olan tutkusunu gösterir. Henüz öğrenciyken, 1973 yılında, ilk kez Yarışmalı Devlet Baskıresim Sergisi’ne bir eseriyle katılmayı başardı. Bu başarının heyecanını şöyle ifade etmektedir: “Postacının getirdiği zarf üzerinde ‘Sanatçı’ ifadesini görünce elinden zarfı kapmış ve sevinçle babama koşmuştum.” Sanatçı, sonraki yıllarda bu jürili sergilere düzenli olarak katıldı ve iki kez “Devlet Başarı Ödülü” kazandı. Baskı resim sanatına olan ilgisi ve coşkusu hiç azalmadı. Bugün hâlâ kendi atölyesinde çalışmaya devam etmektedir.
Tunç, neredeyse tüm baskıresim tekniklerinde eserler yaptı. Ancak özellikle gravür, linolyum ve ağaçbaskı teknikleri onu daha çok heyecanlandırıyordu. Yüksek baskı tekniklerini zorlayarak sade ama güçlü leke, biçim ve renk değerleriyle dikkat çeken baskılar üretti. Bir süre sadece siyah-beyaz seriler üzerinde yoğunlaştı. Siyah-beyazı tercih etmesinin nedenleri arasında kontrastın sağladığı güçlü yapı ve dinamizm, malzemenin doğal yapısı, doku zenginliği ve spontane çalışma olanağı yer alır. Siyah ile beyaz, artı ile eksi, sıcak ile soğuk, gece ile gündüz gibi zıtlıklar her ne kadar birbirlerini reddeder görünseler de, varlıkları karşılıklı olarak birbirlerine bağlıdır. Onun sanat anlayış ve tarzının temelinde biçimci ve lekeci yaklaşımı olduğunu da düşünürsek siyah-beyazın ne kadar önemli olduğu hemen ortaya çıkar. Bu yaklaşım kuşkusuz renkli baskılarında da değişmez. Renk yüzeyseldir ve biçimi desteklemektedir. Nesneleri dış dünyadan ve ışıktan mahrum bırakarak formdan biçime dönüştürmek, imge katmanlarını derinliği olmayan bir yüzeyde birleştirmek ve soyutlamak onun tarzını oluşturmaktadır. Dış gerçekliği, içsel bir yönelişle ekspressif bir dille ele almak onun baskılarındaki temel hareketi oluşturur. Bu görsel yönelimin bir sonucu gibidir. Leke ve biçimsel değerlerin uyumu ve düzeni dış dünyaya göre konumumuzu yansıtan içsel bir yönelimi de gösterir. Bu bağlamda sanatında aradığı şey öncelikle dengedir. Karşıt öğeler birbirleriyle çatışırken aynı zamanda denge, dinamizm ve coşkuyu da yaratır.
Her sanat yapıtı düşünce dünyasına ait semiyotik kodlar (semboller) içerir. Nesneler arasındaki gerilimlerden (ilişkilerden) oluşan bu görsel kodlar sunulan yapıtla ilgili algı oluşmasını sağlar. Karşıtlıklar (ilişkiler) işte bu görsel kodlamanın algılanmasını kolaylaştıran bir rol üstlenerek anlatılmak istenen konuya açıklık getirir. Bu karşıtlığın bir diğer görevi de kurgudan kaynaklanan iç-dinamizmi nedeniyle, içeriğe heyecan katmasıdır. Baskıresimlerindeki dengeli-karşıtlıklar, yapıtı oluşturan öğelerin birbirleriyle kurdukları ilişkiler sayesinde, belli çağrışımlar yaparak özgür düşüncenin olanaklarını izleyiciye sunar.
Bir baskıresim sanatçısı olarak alanında eserler vermesinin yanı sıra bu sanatsal ifade aracının yurdumuzda hala yeterince tanınmadığına inanmaktadır. Bunun pek çok nedenleri arasında sanatçıların kağıt ve baskı boyaları bulabilme konusundaki sıkıntıları ve koleksiyonerler nezdinde değerli görülmeme gibi nedenleri sıralar. Ayrıca bir diğer önemli konu da yeterli atölye oluşturma sorunudur. Tunç, atölye ile ilgili olarak şunları dile getirir: “Baskıresim, kapsamlı ve teknik ekipman gerektiren bir sanatsal ifade biçimidir. Bir atölyede gravür presi, kurutma rafları, boya ve kâğıt dolapları, havalandırma tesisatı, uygun ışık ortamı, şebeke suyu ve lavabo, asit küvetleri, kalıp hazırlama ve kâğıt kesimi için geniş masalar gibi araç ve gereçlerin bulunması gerekir. Bunları oluşturmanın zorluğu nedeniyle Türkiye’de baskıresim sanatçılarının sayısının az olması dolayısıyla yeterince tanınmaması doğaldır.”
Tunç’a göre sanatçı, yaşadığı toplumdan ayrı düşünülemez. İçinde bulunduğu toplumun yapısına göre dünya görüşüne sahip olur. Dolayısıyla toplumsal olaylar, yaşam ve kültür onun sanat anlayışını belirler. Sanatçı olarak tarihimizden gelen kültürle kaynaşarak, kültürümüzü oluşturan değerleri, soyut -dışavurumcu bir yaklaşımla izleyiciye sunarak, toplumsal bilincimizin gelişmesine katkıda bulunduğuna inanmakta ve kendisini bir “Kültür Taşıyıcısı” olarak tanımlamaktadır. Soyut dışavurumcu bir üslupla oluşturduğu baskılarında kültürümüzün izleri görülür. İmgeler ilk anda soyut bir izlenim yaratsa da kısa sürede izleyicinin zihninde somutlaşır ve kendi geçmişiyle bütünleşerek anlam kazanır.”
–/–