1.Bölüm
Yıl 1965. Mayıs ayı…
Dört çocuklu, öğretmen bir ailenin en büyük çocuğuyum. Evimiz kira. Buca Ortaokulu son sınıftayım. Derslerim güzel. Mezun olacağım. Bir akşam yemekte babam bana dönerek, öğretmen olmak isteyip istemediğimi sordu. Ben de olabilir dedim. Ertesi günü başvuru için evrakları doldurup, bir yerlere götürdü. Ben bunu unutmuşum bir gün elinde bir kağıtla bana geldi ve “Arif önümüzdeki gün sınavın var” dedi. Sınav günü babamla, Kız Lisesi’ne gittik. Önümüze test cevap anahtar kağıdı verildi. Üzerini doldurduk. Soru kitapçığı dağıtıldı. İlk kez o gün gördüm o yöntemi. Bize göre hangi şık doğruysa o kutucuğun içi dolacakmış… Yapmaya çalıştım.
Sanırım Eylül ayıydı. Bir zarf geldi. Açtık. İlk aşamayı kazanmışım, ikinci sınav için Çanakkale’ye gitmemiz isteniyordu. Gittik. Akşama doğru babamla boğazda biraz oturduk. Ama hava çok nemli ve soğuktu ben otele dönüp yattım. Babam orada tanıştığı bir öğretmenle çay içmek için bir az daha kaldı. Ertesi günüde sınava girdim, aynı akşamda İzmir’e döndük. Sınav sonuçları bir hayli gecikti ve ben sonuçları beklerken Buca Lisesine de başladım. Derken haber geldi. Kazanmışım. Bavul, çamaşır filan İmroz’a gelin deniyor. Ama hiç gitmek istemiyorum. Yaşım on dört. Evden ayrılmak zor. Babam üzüldüğümü görünce beni göndermekten vaz geçti. Bu arada nasıl olsa gideceğim diye derslerimi boşladım. Durumum da iyi değil. Dönem bitti. Karneyi aldım, dokuz zayıf… İlk kez bu denli kötü bir öğrenciyim. Tabii bu durumda babam gereğini yaptı. Kemeraltı’ ndan küçük bir bavul alındı… İçine don -gömlek, çorap, hırka, havlu vs. kondu. Şubat 1967’ de
bir sabah cebime 50 lira koyup beni otobüse bindirdi. (O zamanlar oto garaj Basmane’ deydi.)
Soğuktan yollar kapalıydı ve şoför Balıkesir üzerinden Edremit’e varmayı planlıyordu. Gece saatleriydi. Otobüsün bir köprü üzerinden geçmesi gerekiyordu. Köprünün sağlamlığına güvenemeyen şoför tüm yolcuları indirip, otobüsü tek başına karşıya geçirdikten sonra bizi tekrar bindirdi. Zorlu bir yolculuktan sonra sabah saatlerinde Çanakkale’ye ulaştık. Normalde 6 saatlik bir yol bize neredeyse 17 saat sürmüştü.
Hava muhalefeti nedeniyle İstanbul-İmroz gemisi gelemeyince üç gün Çanakkale’de kalmak zorunda kaldık. Durumun gittikçe kötüleşmesi üzerine üst sınıf öğrencileri ve bir öğretmen eşliğinde bir motor kiralandı. On beş ya da on altı kişi kadardık. Hepimiz çocuktuk. O soğuk havada, açtım ve gerçekten soğuktan ayaklarımın donduğunu hissediyordum. Altı saatlik deniz yolculuğu bana hiç bitmeyecekmiş gibi geliyordu. Ada karşımızdaydı ama bir türlü yaklaşamıyorduk… Yani bana öyle geliyordu. Kaptan sonunda kuzeyden yanaşıp bizi Kaleköy iskelesinde indirdi. Akşam olmak üzereyken Jandarmaya ait askeri bir araca bindik. Araç beş km. lik yolculuktan sonra yolun solunda, ötesinde berisinde hiçbir ağaç ya da yeşillik olmayan, dört beş katlı büyük bir binanın önünde durdu. Bir ses “Okulunuz burası” diye bağırdı.
2.Bölüm
Yakında…