FOTOĞRAFIN HAYATIMA GİRİŞİ

Yıl 1959.

Öğrenimime Ankara, Gülveren’deki  Altmışaltı evler  ilkokulunda başlıyorum. Babam Yedek Subay kurs taburunda. Kurs döneminin bitimiyle Manisa’ya taşınıyoruz. İlkokul birinci sınıfa Murat Germen İlkokulunda devam ediyorum. Kış dönemi ve ilk kez şiddetli yağmurlara ve gök gürültülerine ve yıldırımlara burada tanık oluyorum.  Kiralık evimiz Karaköy mahallesinde dere kenarında… Spil’in hemen dibinde… Nisan -Mayıs aylarında papatyaların, gelinciklerin kokusu ve renkleri beni çok cezbediyor. Manisa Tarzanı’nı çok sık görüyorum. Çünkü onun yolu üzerinde oynuyoruz. Onu çok seviyoruz tüm Manisa’lılar gibi. Okul yolundaki mezarlıktan korkuyorum. İlk tükenmez kalemi babamın tabur komutanı bana hediye ediyor. Üste basınca çıkardığı çıt çıt sesine bayılıyorum. Elim sürekli orada.

Zaman geçiyor, insanların yüzleri asılıyor… Evimizde de neşe yok. Yüzler gülmüyor… Anlayamıyorum. Gazeteler bir şeyler yazıyor, ajanslarda bir şeyler söyleniyor. Üniversiteler, öğrenciler, gençler, kalın kaşlı, gözlüklü adamlar…  Bir öğrenci ölmüş, mitingler yapılıyormuş… Polis bir şey yapmış… Derken bir sabah Manisa’da herkes ayakta… Sevinç içinde. Bayraklar, marşlar söyleniyor, askerler kutsanıyor… Tarih 27 Mayıs 1960… Yedi yaşımda tanık oluyorum değişime… Türkiye etkisi yıllarca sürecek bir siyasi değişime uğruyor. Hatıra on liralık madeni paralar basılıyor.

Yaşam devam ediyor. Pulur Köy Enstitülü babam kışlada askerlerin fotoğraflarını çekiyor. Kodak marka 8 pozluk, körüklü bir makinesi var. Evde kurduğu basit düzeneklerle filmleri yıkar ve fotoğrafları, kontakt kutuda tab eder, su dolu kaplarda yıkar, görüntü oluşur sonra onları camlara yapıştırırdı. Ertesi günü kuruyan kartlar çıtırdayarak camdan ayrılırdı. Boşalan film kartuşlarını (makaralarını) ve film arkalıklarını oynamam için bana verirdi. Üzerlerindeki ne anlama geldiğini bilmediğim rakam ve semboller hoşuma giderdi.  Film arkalıklarından ve makaralardan oyuncaklar yapardım. Fotoğraf makinesini kurup deklanşöre bastığında çıkan ses ilginçti. Bazen uzaklığı adımlayarak mesafeyi ölçüp, netliği eliyle ayarladıktan sonra, deklanşörü kurup bana verir, basacağım yeri gösterir ve fotoğrafı çekmemi isterdi. Fotoğrafın bu ilginç oluşum sürecinin tanığı olmakla, ona olan ilgimde başlamış oldu. Babamın fotoğrafçılığı uzun yıllar devam etti. Ben de onun sayesinde; makineler, filmler, eczalar, baskılar… derken fotoğraf tutkunu birine dönüştüm.

Babamın ellerinde gördüğüm o ilk körüklü makine bugün evimdeki en güzel köşede, en nadide parça olarak her gün beni selamlıyor. 1955 İngiliz yapımı, 6X9’luk, körüklü bir makine. Zaman zaman deklanşör düzeneğini kurar ve deklanşöre basarım sırf o güzel  “klik !” sesini duymak için.  O, altmış beş yıl önce sıradan bir fotoğraf makinesiyken bugün benim için bir zaman makinesine dönüşmüş büyülü bir kutu artık.

Sonra kendime ait bir kutu makinem oldu. Yıllar sonra babamdan öğrendiğim pratik bilgileri, Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş bölümündeki öğrenciliğim sırasında aldığım Fotoğraf dersleri tamamladı. Bu okulda yetenek ve becerilerim gelişirken aynı zamanda, estetik ve sanatsal kaygıyı öğrenmem, fotoğrafın sanatsal yönünü keşfetmeme neden oldu.

Fotoğrafla hiçbir zaman ayrılmadık. 1960’larda başlayan ilgim ve beraberliğimiz hala devam ediyor. Hala bütçemin ve zamanımın büyük bir bölümünü fotoğraf çekmeye, aksesuarlara ve baskılara ayırıyorum. Bunun karşılığı ne mi kazanıyorum? Sadece, içimde duyumsadığım, tanımlanması olanaksız bir haz ve kuşkusuz fotoğraflarımı insanlarla paylaşmak duygusu. Bu duyguyu da fotoğraf sanatçısı dostlarımın çok iyi bildiklerinden eminim.

19 Ocak 2022