KÖSELER KÖYÜ İLKOKULU ÖĞRETMENİYİM

30 Haziran 1970 tarihinde İmroz Atatürk İlköğretmen Okulu’ndan mezun oldum ama yaşım tutmadığı için mesleğime başlayamadım. Ancak Kasım ayında “Kaza-i rüşt” kararı aldırarak, 28 Kasım 1970 tarihinde, Gördes ilçesine bağlı Köseler Köyü İlkokulu Öğretmeni” olarak göreve başladım. Şosede otobüsten indikten sonra iki saatlik bir yürüyüşle (daha doğrusu tırmanışla) ulaşılabilen bir yörük köyüydü. Yolu, elektriği, suyu, fırını ve hatta bakkalı bile olmayan bu köyde çok güzel anılarım oldu. Çocuk yaştaydım ve elbette çok heyecanlıydım. Köyün ileri gelenleriyle, muhtar, imam, gençler ve öğrencilerimle (neredeyse bir kısmıyla aynı yaştaydım) iyi anlaşıyordum. Belki yaşım küçük olduğu için çok seviliyordum. Köylü komşularım hemen her akşam küçük lojmanıma çay içmeye gelirler, hoş sohbetten sonra evlerine dönerlerdi. Bir akşam ustaca manevralarla beni kandırdılar. İçlerinden birisi; “Arif öğretmen sen atıcı mısındır?” diye sordu. “Nasıl yani?” dedim. “Yani attığını vurur musun?” diye yineledi. Bir anda herkes sustu ve benim yanıtıma odaklandılar. Altta kalır mıyım?  “Tabi ki” dedim. “İyi atarım.”  “Yani attığını vurursun öyle mi?” Ben hala işin nereye geleceğini anlamamıştım. Ama yavaştan yavaştan kıkırdamalar başlamıştı. “Evet vururum” …dedim.  İçlerinden birisi; “Arif Öğretmen üç metreden benim ceketimi vuramazsın!..” demez mi? “Daha neler dedim içimden… “Elbette vururum.” Bu yanıtım üzerine bir başkası; “Hasan git benim çifteyi getir…” deyiverdi. Hayatımda çifte görmemişim, hiç ateş etmemişim ama gençlik var ve aklım sıra ezilmek istemiyorum. “Ceketine yazık olacak.” dedim. Sanırım tam olarak kıvama getirilmiştim ki, artık köylüler açıktan açığa gülmeye ve “Hocam vuramazsın” sözleri çoğalmaya başladı. Ben hala ceketine yazık olacak kısmındayım. Çifte ya da kırma diyorlardı, geldi. Akşamın karanlığında hep birlikte bahçeye çıktık. Tüfeği elime verdiler, kurdular… Ceketi beş- altı adım uzaklıktaki bir dala astılar. Ben cekete yazık olacak diye üzülürken onlar, sıralanmışlar beni izliyorlar ve artık açıktan açığa gülüyorlardı. Tüfeği omuzuma dayadım… Başımı yasladım… Son bir kez daha “Ceketine yazık olacak, gel vazgeçelim” dedim. Ama o hala “Vuramazsın” diye beni tahrik etmeye devam ediyordu. Gözümü kapadım tetiğe bastım. Çıkan sesle gözümü açtım, ateş, havada yayılan barut dumanını ve kokusunu duydum. Döndüm. “Ceketine yazık oldu” dememle birlikte komşularım karınlarını tutarak gülmeye başladılar. Ben… Hala anlamamıştım…Ceketin sahibi daha bakmadan “Vuramadın Arif Öğretmen.” Demez mi? “Getirin ceketi” dedim. Ceket geldi. Elime aldım… Orası, burası delik arıyorum… Yok… Delik melik yok. İnanamıyorum. Ama o beni izleyen sevgili köylülerim nasıl gülüyorlardı… Sonunda biri söyledi. Çifte kurusıkıymış… Nerden bilecektim? O akşam köyümün sakinleri, öğretmenlerini kandırmış olmaktan dolayı çok mutlu oldular. Garip ama ben de öyle hissettim… Birkaç dakika sonra düştüğüm duruma onlarla birlikte ben de gülüyordum.