FOTOĞRAFTA YAVAŞ ENSTANTANE

Fotoğraf Ders Notları:

     Dış dünyamızı duyu organlarımızla algılarız. Duyarız, koklarız, tadarız, dokunur ve görürüz. Gözümüzün sahip olduğu biyolojik özellikler ve çalışma sistemi fotoğraf makinesi ile benzerlik gösterir. Bu benzerlik,  içeri giren görüntünün kalitesini arttıran mercek sisteminde, ışığın giriş miktarını ayarlayan düzenekte (iris ve diyafram), görüntünün üzerine düştüğü karanlık odada (retina ve duyar kat)  görülür. Bu aşamadan sonra süreç değişir.  Biyolojik sistemimiz, sinirler aracılığıyla beyne ulaştırılan izleri görsel algıya çevirir. Bu süreç fotoğrafta ise görüntünün çeşitli yöntemlerle kâğıt veya benzeri yüzeylere aktarılması ya da bilgisayar programlarına yüklenmesiyle gerçekleşir.

Gözümüz dış dünyayı video ve kameralarda olduğu gibi saniyede ortalama 25 karelik bir hızla algılar. Bu,  hareket ve zamanla senkronize olmuş bir algıya dayanır. Bizler dış dünyamızı görsel yönden bu şekilde algılamaya (görmeye) alışmışızdır. Eğer biyolojik yapımızda (gözümüzde) bir saniyelik sürede kaydettiğimiz görüntü sayısını isteğimize bağlı olarak arttırıp, eksiltebilme yeteneğimiz olsaydı, o durumda daha farklı bir dış dünya algılayabilecektik. Örneğin hareket halindeki bir pinpon topunu ya da Ay’ı yuvarlak göremeyecektik. Yağmur damlasını tane olarak değil ince bir ip olarak görecektik. Kalabalık bir caddede hiç insan göremeyecektik. Yine bu, bir saniyedeki görüntü algılayabilme sayısına bağlı olarak uçan bir arının kanatlarını nasıl çırptığını,  havada dönerek giden bir futbol topunun altıgen dilimlerini tek tek görebilecektik. İşte insan gözünün normalde algılayamadığı bu özel görüntüleri video kameralar ve fotoğraf makineleri, sahip oldukları teknik özellikleri nedeniyle elde edip bize o farklı görüntüleri sunarak şaşırmamıza neden olurlar. Çünkü içinde yaşadığımız halde göremediğimiz çok farklı bir dış gerçekliği bize aktarırlar. Doğal olarak da bu görüntüler artık bir “an” fotoğrafı değil, bir süreç fotoğraflarıdırlar. Oysa fotoğraf sözcüğünün yaygın olarak bilinen tanımında   “Bir anın saptanması” değerlendirilmesi vardır. Buradaki “an” sözcüğü en kısa zaman dilimi olan saniye ve onun (1/2, 1/4.1/8,1/60,1/125,1/250, 1/500, 1/1000) dilimlerini ifade etmektedir. Fotoğraf terminolojisinde optüratör veya enstantane değerleri olarak tanımlanan bu rakam dizileri, objektiften giren görüntünün giriş süresini belirlerler. Uzun (4 ve 8 saniye veya daha uzun), yavaş (1/2, 1, ve 2 saniye)  ya da kısa (1/250, 1/500 ve 1/1000) gibi enstantane seçenekleriyle, yani sürenin arttırılması ya da kısaltılmasıyla farklı görüntüler elde edilir. Görüntünün objektiften girme süresi uzadıkça fotoğraf bir anın saptanması olmaktan çıkıp, bir sürecin saptanması haline gelir. Biçim bozulur, formu ortaya koyan kontur dağılır, fotoğrafta hareket duygusu kendini hissettirir. Hareketli objeler optüratörün açık kaldığı ve fotoğrafçılıkta uzun sayılabilecek (1, 1/2 veya 1/4 gibi) süre içinde duyar kat üzerinde farklı alanları etkileyeceğinden, net bir görüntü oluşturamaz. Oysa “an” fotoğraflarında konuyu oluşturan mekân ve figürler, hızlı enstantane tercihi nedeniyle, hareketsiz yakalandıkları için her şey nettir, planlıdır. Fotoğrafın taşıması gereken biçimsel ve estetik değerler bu fotoğraflarda daha belirgin kurgulandığı için izleyici fotoğrafı okumakta zorlanmaz. Dış dünyayı değişiklik yapmadan olduğu gibi sunan fotoğraflardır bunlar.

Biçimsel yönden düşük enstantaneyle çekilmiş fotoğraflar ise biçimsel ve estetik değerlere (mesaj, netlik, ışığın kullanımı, vurgu noktası ve kadraj gibi) daha farklı yaklaşır. Bir fotoğrafı güçlü yapan bu değerlerdir kuşkusuz. Ancak düşük hızlı enstantane seçimleriyle elde edilen fotoğraflar da, mesajdan veya içerikten daha çok, alışılan dış gerçekliğin ötesinde zaman, biçim ve renk yönünden izleyiciye farklı bir gerçeklik sunarlar. Bu fotoğraflarda lirik ve biçimsel bir kompozisyon anlayışının egemen olduğu soyut dışavurumcu bir yaklaşım egemendir. Formu veya biçimi ortaya koyan konturlar eriyerek fonla birleşir. Bu renklerde de böyledir. Fırçayla tuvale sürülmüş gibidir.  İzleyici neredeyse bu fırça izlerini arar. Figürün hareketine bağlı olarak oluşan bu yumuşak görüntüler, fütüristlerin hız kavramına bir gönderme yapar. Hareketin öne çıkarıldığı bu süreç fotoğraflarında durağan objelerin renk ve leke etkisindeki katı görünümlerinin tersine, hareketli objelerin gerek biçim ve gerekse renk deformasyonlarından kaynaklanan yumuşaması, fotoğrafı daha resimsel (pictorial) bir anlatıma dönüştürür. Bu da renklerde ve biçimlerde uyum ve ritmin öne çıkmasına neden olur. Fotoğrafın çekildiği anın önemi kalmaz, ışık ve gölgenin de.