TÜRK BASKIRESİM SANATI
1900’lü yılların başlangıcı “Türk Sanatı” için önemli bir dönemeçtir. Bu yüzyıla gelinceye kadar, Anadolu insanı sanatsal etkinlikler alanında kendini ifade etmede çeşitli yöntemleri başarıyla uygulamıştır. Bu dönem (19.y.y. öncesi) batılı anlamda resim ve heykel anlayışının dışında, kendine özgü tasarım ve artistik ilkeleriyle ulaştığı düzey itibariye, günümüz sanatçılarının dikkatini çekmektedir. Yazımızın birinci bölümünde İslam dinindeki resim yapma yasağına karşın Anadolu’da gelişen ve dünyayı kendine hayran bırakan geleneksel Türk el sanatlarını, ikinci bölümde de; batılı anlamda Türk resim sanatı ve buna bağlı olarak gelişen baskıresim sanatımız üzerinde duracağız.
Anadolu’da, Balkanlar’da, Mezopotamya’da, Mısır’da, Kuzey Afrika’da 600 sene boyunca hüküm sürmüş Osmanlı İmparatorluğunun 1918’de parçalanması sonucunda, aynı topraklar üzerinde, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde verilen Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasıyla (1922) bugünkü çağdaş Türkiye’nin de temelleri atılmış oldu.
Anadolu, insanlığın en eski (İlk Çağ-prehistorik ve Helenistik Dönem) yerleşim merkezlerinden biridir. Pek çok kavime ve ulusa (Hititler, Asurlar, Frigler, Likyalılar, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular ve en son olarak da Osmanlılar) beşiklik yapmıştır. Dinsel ve etnik pek çok grubu bir arada barındırmıştır. Hıristiyanlığın doğudan batıya doğru yayılmasını sağlayan bir köprü olmuştur. Bilinen ilk kilise (St. Pierre) Hatay’dadır. Yeraltı kiliseleri ve bazilikaları Nevşehir’de, “Meryem Ana Evi” Selçuk-İzmir’dedir. Urfa peygamberler kenti olarak bilinir. Bütün bunlar Anadolu’nun kültürel çeşitliliğini ve zenginliğini oluşturmaktadır. Bu zengin kültürel yapı, gelenek ve görenekler, kuşkusuz batılı normlardan farklıdır. Avrupa orta çağın sonlarında siyasal ve yönetimsel değişimlerin yanı sıra, buhar gücünün keşfi ile yeni üretim ve yaşam biçimleri oluşurken bu değişimlerden sanatın da etkilenmemesi kaçınılmazdı. Günümüz Batı Resminin temelini de bu değişimler oluşturmuştur kuşkusuz. Anadolu’da ise İslam Dinin günlük yaşam tarzını belirlemesi, resim ve heykel yapmayı günah sayması nedeniyle, 1900’lü yılların başına kadar batılı anlamda sanat oluşmamıştır. Ancak Anadolu insanı kıvrak zekâsıyla bu yasağı delerek, batılı anlamda olmasa bile kendine özgü sanatsal anlatım yollarını bulmuştur. Minyatür, hat sanatı, tezhip, çinicilik, kakmacılık, tahta oymacılığı, dokuma (kilim ve halı), batik ve ebru sanatı bunlardan bazılarıdır. Bu ifade araçlarında ulaşılan teknik beceri ve estetik düzey, günümüz sanat dünyasının hala ilgisini çekmektedir.
Türkiye daha Osmanlı döneminde (1850) yönünü Batı’ya dönmüş, kendine hedef olarak Batı uygarlığını seçmiş ve bunu 1930’larda Atatürk devrimleriyle pekiştirmiştir. Bu, güzel sanatlar alanında da böyle olmuştur. 1900’lü yılların başlarından itibaren Batı resmini incelemek ve eğitim almak üzere önce askerler (subaylar) ardından da genç, sivil öğrenciler Avrupa’ya gönderilmiştir. Bu öğrenci gönderme süreci neredeyse 1980’li yıllara kadar sürmüştür. İşte Avrupa’ya giden bu gençler ülkeye döndüklerinde tanığı oldukları sanat görüş ve akımların (empresyonizmden, op-art’a kadar) etkisinde kalarak, Anadolu’da Batılı anlamda Türk Resminin oluşumuna zemin hazırlamışlardır. Elbette Çağdaş Türk Resim Sanatı günümüze değin gelişimini sürdürmüştür. Bu baskıresim sanatımız için de böyle olmuştur.
Baskıresmin temelini oluşturan, kalıptan basarak imge alma yöntemi Anadolu’da çok eskilerden beri bilinen bir teknikti. “Yazmacılık” adı verilen bu teknik, kâğıdın henüz Anadolu’ya gelmediği süreçte tahta kalıpların oyulmasıyla elde edilen motiflerin, kök boya kullanarak bez üzerine elle basılmasına dayanıyordu.
Baskıresmin kendine özgü anlatım dili (leke, biçim, yüzeysellik, sadelik, anlatımcılık ve soyutlamacı yaklaşımlar gibi), Anadolu insanının yüzlerce yıl uyguladığı üslup ve anlatım formuyla benzerlik göstermektedir. O nedenle baskıresim Türkiye için çok yabancı bir teknik değildi. Ancak onun sanatsal amaçlı bir yapıya dönüşmesi ve gelişmesi, Batılı anlamdaki Türk Resim Sanatı’yla birlikte 1900’lü yıllarda başlar.
Türkiye’de ilk basımevi 1493 yılında Osmanlılar zamanında Musevilerce açılmış bunları daha sonra azınlık matbaaları izlemiştir. Bu matbaalarda Türkçenin yanı sıra Ermenice, Rumca, Farsça ve Arapça kitaplar basılmıştır. İlk Türk matbaası 1727 yılında İstanbul’da açılmıştır. Bu matbaalar “Romeo ve Jüliyet” gibi aşk ve William Tell benzeri kahramanlık öykülerini (Kerem ile Aslı, Köroğlu, Şahmeran) resimleyip, taşbaskı yöntemiyle çoğaltarak halka satıyorlardı. Bunlar sanat eseri olarak sayılmasalar bile, Türk Baskıresim sanatının ilk örnekleri olarak kabul edilebilir. İzleyen dönemde bu taşbaskıların konularının da değiştiği ve çeşitlendiği, (Osmanlı Padişahları, Atatürk, savaşlar ve depremler gibi) görülür.
1900’lü yıllarda Türkiye’de Batılılaşma hareketlerinin de etkisiyle İstanbul ve Ankara’da sanat eğitimi veren okullar açıldı. Bu okullarda baskıresim atölyeleri oluşturuldu. Başlangıçta yağlıboya resim sanatçıları buralardan yararlanarak baskıresim yaptılar. Ancak bunlar yağlıboya resmin yanında deneme amaçlı yapılıyordu ve çoğu resimsel bir yaklaşıma sahipti. Çoğunlukla portre ve köy yaşamını konu alan illüstratif çalışmalardı. Baskıresim sanatımız, ancak yüzyılın ikinci yarısından sonra yağlıboya resmin etki alanından çıktı ve sanatçılar arasında, bağımsız bir sanat formu olarak benimsenmeye başlandı. Bu yeni süreç aynı zaman da baskıresmin özgünleştiği, estetik, plastik değerlerin araştırılmaya başlandığı bir dönem oldu. Baskıresmin bu anlamda bağımsızlığına kavuşmasının etkileri sanatçıların yapıtlarına da yansıdı. Tekniklerin zorlandığı, renk katmanlarının çoğaldığı, efektlerin, çizgi ve dokunun daha çok farkına varıldığı ve uygulandığı bir dönem oluştu. Başlangıçtaki resimsel ifade, yerini gerçek bir grafiksel dile bıraktı. Sanatçılar dış dünyayı gördükleri gibi aktarma yerine, onu kafalarında biçimlendirerek, içsel bir yönelişle, kendi iç gerçeklerine göre yeniden kurgulayarak sunmaya başladılar. Türk Baskıresim sanatçıları, Anadolu sanatının kendine özgü renkli, biçim ve imge tekrarına dayalı ritim duygusunu, çağdaş bir düzeyde kullanarak ya da anlatımcılığı öne çıkararak illüstratif, soyut ya da soyut-dışavurumcu yaklaşımla ürünler vererek kendi üsluplarını yarattılar. Bunlar sadece tekniği ve malzemeyi tanımaya yönelik deneysel çalışmaların ötesinde, tekniği zorlayan, dönemin sanatsal görüş ve anlayışını yansıtan ve bu yönleriyle öne çıkan çağdaş baskıresimlerdir.
Türk baskıresim sanatı son elli yılda büyük gelişme kaydetmiştir. Güzel sanatlar fakültelerinin ve sanatçıların kendi atölyelerinin oluşmasının, kültür bakanlığının ve iş çevrelerinin yarışmalı sergiler düzenlemesinin de bu gelişime katkısı olmuştur. Bir diğer önemli etken de baskıresmin, sanatsal bir anlatım formu olarak topluma daha çok yaklaşmasıdır. Baskıresim sanatının (özgün baskı kavramının) kendine özgü çoğaltım teknikleri ve özgünlüğü ile ilgili kurallar toplum içerisinde konuşulmaya, tartışılmaya başlanmıştır. Baskıresim özellikle modern yaklaşımla dekore edilmiş iç mekânlarda görselliği tamamlayan bir unsur olarak talep edilir duruma gelmiştir. Bunun yanı sıra insanlar ellerinde, ünlü baskıresim sanatçılarının yapıtlarını bulundurmak istemektedirler. Bunun için ya doğrudan sanatçıların kendileriyle ya da galeriler ve koleksiyoncularla ilişki kurarak baskıresim sahibi olabilmektedirler. Ekonomideki dalgalanmalara karşın baskıresmin, yağlıboya resme göre daha ucuz oluşu ve talep görmesi de yine olumlu bir etkendir. Öyle ki, tüm baskı tekniklerini deneyerek ürün veren sanatçılarımızın dışında, kişisel tercihleri doğrultusunda sadece gravür, litografi veya serigrafi gibi klasik baskı tekniklerinde uzmanlaşarak bu yönleriyle tanınan baskıresim sanatçılarımız vardır.
Türkiye’de baskıresmin ulaştığı düzeyi gösteren bir diğer faktör de sergilerdir. Bunlar kişisel ve karma baskıresim sergileri ile özel sektör ve devlet desteğiyle her yıl tekrarlanan yarışmalı baskıresim sergileridir. Bu sergiler sanatçılar için baskı tekniklerinin olanak ve sınırları ile baskıresmin özgünlüğü konusunda yol gösterici olmaktadır. Ayrıca sanatçılarımız, ulusal ve uluslararası düzeylerde baskıresim etkinliklerine (Bienal ve Trienal gibi) katılma başarısını göstermekte, hem de baskıresim sanatında kişisel yaklaşımlarını ortaya koymaktadırlar.
Dünyanın en eski şehirlerinden biri olan İstanbul, gerek Asya ve Avrupa arasındaki köprü konumu ile gerekse eski medeniyetlere ev sahipliği yapması açısından, sanatın yaşaması ve gelişebilmesine katkı sağlayabilecek önemli merkezlerinden biri konumundadır. Toplumbilimsel açıdan çağdaşlığın önemli ölçütlerinden biri de, toplumların kültür ve sanatta ulaştıkları düzeydir. Toplumun sahip olduğu kültürel ve sanatsal değerlerin insanlığa sunulduğu merkezlerden biri de müzelerdir. İlk baskıresim müzesi, “İMOGA-İstanbul Museum of Graphic Arts”, 2005’te İstanbul’da açılmıştır. İMOGA, 2008’de 1. Uluslararası Baskıresim Bienali düzenleyerek yurt içinden ve yurt dışından geniş bir katılımcı toplamayı başarmıştır. Kuşkusuz bu bienal çağdaş Türk baskıresim sanatının artistik ve estetik bağlamda ulaştığı düzeyi göstermesi bakımından önemlidir.
Baskıresim sanatımızdaki bu gelişmeler, Türk Baskıresim Sanatının geleceğiyle ilgili olarak umutlarımızı arttırmaktadır.
–/–
BASKIRESİM SANATÇILARIMIZDAN BAZILARI:
Elif NACİ 1898
Nurullah BERK 1906
Zühtü MÜRİDOĞLU 1906
Eren EYÜBOĞLU 1907
Ercüment KAMLIK 1909
Bedri Rahmi EYÜBOĞL 1911
Mustafa ASLIER 1925
Nevzat AKORAL 1926
Mürşide İÇMELİ 1930
Ercan GÜLEN 1932
Ali Teoman GERMENER 1934
Güngör İPLİKÇİ 1936
Mustafa PLEVNELİ 1940
Süleyman Saim TEKCAN 1940
Ali İsmail TÜREMEN 1942
Ergin İNAN 1943
Atilla ATAR 1944
Hasan PEKMEZCİ 1945
Gören BULUT 1945
Hayati MİSMAN 1945
Mehmet ÖZER 1945
Gülsün KARAMUSTAFA 1946
Fevzi KARAKOÇ 1947
Mehmet FIRINCI 1947
Filiz BAŞARAN 1951
Aydın AYAN 1953
Arif Ziya TUNÇ 1953
Hasip PEKTAŞ 1953
Güler AKALAN 1954
Bilgehan UZUNER 1963